İBADET VAKİTLERİNDE TEMKİN

Namaz ve oruç vakitlerinin belirlenmesinde, dünyanın günlük hareketine bağlı olarak meydana gelen,  güneşin doğuşu, batışı, zevâl, fecrin doğuşu, şafağın kaybolması gibi özel durumlar esas alınmıştır.  Asr-ı saadette ve daha sonraki iki asırda Müslümanlar, o dönemin gereği olarak, namaz, imsak ve iftar vakitlerini, ilgili hadis-i şeriflerde ölçü ve işaret olarak gösterilen tabiî olayları izleyerek, müşahede ile; hava şartları elverişli olmadığında ise, tahmin ve takdirle yaklaşık olarak tayin ve tespit etmekteydiler. İslam dünyasında astronomi ilminin gelişmediği bir zamanda, mükellef için kolay olanı tercih etmek ve gücü üstünde olanla sorumlu tutulmamak ilkesine göre, ibadet vakitlerinin tayin edilmesinde kişisel gözlem ve müşahede yeterli görülmüştür. Hicri II. asır ortalarından sonra, İslam dünyasında matematik ve astronomi çalışmaları yaygınlaşınca imsak ve namaz vakitlerinin tayin ve tespiti hesapla yapılmaya başlanmıştır. Çünkü ilmî gelişmelere paralel olarak vakitlerin hesapla belirlenmesi, ibadet vakitlerine ölçü yapılan alametleri gözlemekten çok daha kolay hale gelmiştir.

Herhangi bir ibadet, kendisi için belirlenmiş olan sürenin herhangi bir bölümünde eda edilebilir. Vakit girdiği anda, ibadetin edası için beklenmesi gerekli olan bir süre olmadığı gibi, özel olarak bir yasak bulunmuyorsa, vaktin sonunda kılınan namaz da eda hükmündedir. Temkin uygulamasına dair Kuran ve sünnette herhangi bir ifade yer almadığı gibi ibadet vakitlerinin kişisel gözlem ve müşahede ile belirlendiği ve hesabın yapılmadığı/yapılamadığı zamanlarda herhangi bir temkinden bahsedildiğine şahit olmuyoruz. İbadet vakitlerinin hesapla belirlenmeye başlaması ve bir yerleşim yeri için tek bir vakit belirlenmesi ile beraber, temkin uygulaması zorunlu hale gelmiştir. Çünkü takvimlerde bir yerleşim yeri için tek bir vakit tespit edilmektedir. Bununla beraber, herhangi bir yerin coğrafi ve matematiksel konumuna bağlı olarak, doğu ile batı ve alçak yeler ile yüksek yerler arasında bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır. Bu farklar dikkate alınmadan yerleşim yerinin doğusu esas alınarak vakit belirlendiğinde henüz batısında vakit oluşmamış olacak, batısı esas alındığında ise doğuda vakit girdiği halde beklenmesi gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Aynı durum alçak ve yüksek yerler için de söz konusudur.

Temkin uygulaması takvim yapmanın getirmiş olduğu bir zorunluluk olmasına rağmen, gereğinden fazla yapılması, vakitlerin birbirine karışmasına ve ibadetin vaktinden önce veya sonra edasına sebep olabilecek bir uygulamadır. Geçmişte ihtiyat gerekçesiyle belli bir dönem gereğinden fazla uygulanmış olan temkin 1982 yılında Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından alınan kararla mutedil hale getirilmiş ve bu karar 1983 yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından çıkarılan takvimlerde zorunlu olanın dışında bir temkin uygulaması bulunmamaktadır. Buna göre güneş doğuş-batışta 7 dakika temkin uygulanmakta ve güneşin doğuşundan 7 dakika öncesi sabah namazının son vakti, güneşin batışından 7 dakika sonrası da akşam namazı vaktinin başlangıcı olarak belirlenmektedir. Öğle ve ikindi vakitlerinde yalnızca yerleşim yerinin konumuna bağlı olarak bir fark ortaya çıktığından, ikindi vaktinde 4 dakikalık bir temkin yeterli görülmekte, öğle vaktinde ise hem temkin hem de mekruh vakit sebebiyle, güneşin tam tepede olduğu vakitten 5 dakika geçtikten sonra öğle namazı vakti başlatılmaktadır. İmsak ve yatsı vakitlerinde ise herhangi bir temkin uygulaması yoktur. Çünkü bu iki vakit ile ilgili olarak fıkıh kaynaklarında yer alan içtihatlar temkin uygulamasına ihtiyaç bırakmamaktadır. Diğer taraftan sabah namazı ile orucun başlangıcı aynı vakitte olduğundan, imsak vaktinde uygulanacak olan temkin ya oruca vaktinden sonra başlamaya ya da namazı vaktinden önce kılmaya sebep olabilmektedir.